Yazın en güzel meyvelerinden birisi olan çilek benim için de her zaman gözde bir meyve olmuştur. Bunun en önemli nedenlerinden birisi çocukluğumda her yaz gittiğimiz köyümdeki çilek tarlasında geçirdiğim o güzel, heyecanlı ve merak dolu zamanları da hatırlatmasıdır. Uzun zamandır çilek mevsiminde köyümde olamadığımdan dolayı, çilek manavda gördüğüm ve yaz boyu manavdan alarak yediğim bir meyve oldu benim için… Taa ki yolum Almanya’ya düşene kadar.
2012 yılının Mayıs ayında Frankfurt/Offenbach’a bağlı Obertshausen’da yaklaşık 1 ay vakit geçirdim. Aslen bir yakınımın düğününe katılmak için gittiğim bu yerde, üstünüze afiyet gezme tozma işlerini de biraz sevdiğim için değişik yerleri görme fırsatı da buldum doğal olarak. Bir gün evde mayışık bir şekilde otururken, yakın civarda çilek tarlaları olduğu, kendilerinin daha önce gittiği söylenince eşimle beraber hemen balıklama atladık.
Frankfurt’tan gidilirse yaklaşık 40-45 dk.’lık bir mesafede bulunan bu tarlalar, bizim bulunduğumuz yerden yaklaşık 15 dk. Sürdü.
| Nasıl Gidilir. |
Ve ulaştığımızda gördüğüm manzara beni hem şaşırttı, hem de tebessüm ettirdi. Gittiğimiz tarla sanki bir krallıkmış gibi üzerinde çilek resminin bulunduğu bir bayrak asılmıştı tarlanın ortasına. Yani biz o an itibariyle Almanya topraklarından çıkmış, Çilek Krallığına doğru giriş yapmıştık.
| Strawberry Kingdom |
Krallıkta sistem şöyle işliyor: Yanınıza topladığınız çilekleri koyacağınız bir kap götürüyorsunuz. Girişte bulunan tentenin altındaki görevli kabınızı tartıyor, yani darasını alıyor, bir kenara not ediyor. İçeri giriyorsunuz, çilekleri topluyorsunuz ve bu arada da yiyebildiğiniz kadar yiyorsunuz… Evet yiyebildiğiniz kadar yiyorsunuz. Çıkışta da topladığınız kadar çileğin parasını ödeyip gidiyorsunuz, yedikleriniz de midenize kar kalıyor.
Çilek Krallığı tabirini boşuna
kullanmış değilim, çünkü civarda sadece bizim gittiğimiz çilek tarlasının yanı
sıra bir çok çilek tarlası da var yani, yolun bir tarafı alabildiğine çilek… Ve
tarladaki çilekler inanın çooook lezzetliydi.
Velhasıl, beni bundan sonra
herhangi bir zaman durduk yere çilek istetmeyecek kadar çilek yemiş olarak tarladan
ayrıldık. Tabii ki tarlada o kadar yedikten sonra, evde hiç çilek yiyesim gelmedi. Eşim bu konuya da hemen bir formül buldu ve hazır satılan tartlardan alarak taze çileklerle şipşak bir çilekli tart hazırladı.
Bölgede çilek pazarı bayağı genişmiş. Üreticiler bu yolla, hiçbir aracı kullanmadan direkt tüketiciye ulaşıyorlar. Böylece hem kendileri açısından maliyeti azaltmış oluyor, hem de tüketici doğayla iç içe gönlünce çilekle hemhal oluyor, hem de çok uygun fiyatlarla. Üreticiler hiç utanmamış, sıkılmamış bir de çilek şarabı yapmışlar. E bana da onlardan tadımlık bir şişe almak düştü.
Bu yazı eğer kışın yazılsaydı, okuyanlar tarafından kulaklarım epey bir çınlatılırdı ancak çilek sezonu açıldı, dolayısıyla canı çilek isteyenler bir zahmet en yakın manava uğrasın derim. Bol çilekli günler.
Bu yazıyı yazarken nedense gözümün önünden Ünal AYSAL'ın suratı gitmedi bir türlü... Hayırdır inşallah...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder